Biyolojik boyut ve biyolojik yapıda temellenen toplumsal boyutun birbirinden farklı olması aslında sorumuzun detaylarını barındırıyor.
Yıllardır süregelmiş algıyı bozmanın, yazdığımız bir içerik ile mümkün olmayacağını bilerek sadece nedenleri üzerine biraz kafa yoralım. Böylelikle belki de günlük hayatımızı bir nebze de olsa değiştirebiliriz.
Çocuklarımıza cinsiyet ayrımını bizler öğretiyoruz.
Daha çocuk doğmadan başlayan davranışlar ve tutumlar, çocuğun doğduktan sonra cinsiyetinin getirdiği rolleri öğrenmesi üzerinde baskın oluyor. Elbisesinden saçının boyuna, oyuncaklarından düşüncelerine kadar her konuda isteyerek ya da istemeyerek oluşturulan bu baskı sonucunda da aslında erkek ve kadın ayrımı ortaya çıkıyor.
Baskın cinsiyet rolü teorisine göre cinsiyet rollerinin öğrenilmesi, toplumsallaşma veya içselleştirme aracılığı ile oluyor. Öğrenme temelli bu yaklaşıma göre de cinsiyet rolleri de diğer öğrenilen şeylerden biri. Çocuklar cinslerine uygun davranışları toplumdan ve ebeveynlerinden öğrenirken cinslerine uymayan davranışlar için cezalandırılıyor.
Kısa bir an çocukların oyun oynadığını düşünün. Eğer erkek çocuk araba ile oynuyor ya da top oynuyorsa baba bundan mutludur, gülümser, ilgi gösterir ve eşlik eder. Ancak yine aynı çocuk, bir bebekle oynadığında anne veya baba olumsuz şeyler söyler ve bundan mutlu olmaz; oyuncağı çocuğun elinden alarak uzaklaştırmaya çalışırlar. Bu, erkek çocuğun kıyafetlerine, aksesuarlarına ve daha birçok konuya göre uyarlanabilir.
Hâl böyle olunca da çocuklar, cinsiyet damgalı oyuncakları seçmeyi öğrenir. Daha sonrasında da cinsel kimlikleri benimser. Sonrasında da kendi cinslerinin göstermesi gereken tutumları. Kısacası erkek çocuklarının nasıl davranması gerektiği “Doğalarında var.” söyleminden ziyade öğrenilmişlik ile de alakalı.
Üreme içgüdüsü, cinsiyet ayrımının temel yapı taşlarından biri.
Hangi perspektiften bakarsanız bakın, erkekler her zaman liderlik ve güç pozisyonlarını işgal etmiştir. Bunun önemli nedenlerinden biri de kodlarına işlemiş olan üreme içgüdüsü. Lider ve güçlü olan erkekler, konumlarının daha iyi ve daha fazla çiftleşme için gerekli olduğunu düşünür. Kadınlara göre erkekler, bu pozisyonları ile üreme açısından en fazla kâr eden kişilerdir. Kısacası erkekler her zaman daha fazla seks için daha fazla fırsat arar.
Erkek ve kadın arasındaki maliyet hesabında ise kadın için ebeveynliğin maliyeti, erkeklerin çiftleşme maliyetinden daha yüksek. Ancak erkekler daha fazla çiftleşme fırsatı elde edebilmek için nitelik, kaynak ne varsa daha fazla olmasını istiyor.
Erkeklerin çiftleşme arzusunda kullanmak istedikleri gelir, zenginlik ve statü; rekabetteki önemli faktörler arasında. Bundan dolayı da erkekleri liderlik pozisyonları daha fazla ilgilendirir çünkü koz kartlarını elde etmek gerekir.
Ön yargı ne zaman işe yaradı ki?
Ön yargı birçok konuda olduğu gibi cinsiyet konusunda da kendini gösteriyor. Cinsiyet ön yargıları; iki cinsin birbirinden hangi konularda ayrıldıklarına, hangi davranışın hangi cinsiyete özgü olduğuna ilişkin inançları karşılıyor.
İnsanlık boyunca alışılagelmiş ön yargılar sebebiyle toplum; kadınları, erkekleri duyduğu gibi duymuyor. Duysa bile, hatta erkek ve kadın katkıları aynı olsa bile erkeklere daha fazla değer veriyor. Kimse kabul etmese de toplumun geninde şu da var: Kadınlar erkeklere kıyasla her zaman daha az cömertçe ödüllendirilir.
Kültürün, tutumları yönlendirdiği çağımızda, kültürel geçmişimiz bu zihniyete yön veriyor. Tarihsel olarak paternalist (babacı) bir toplum olmamız, erkeklerin liderlik rollerini üstlenmesini normal kılıyor. Kadınların lider olabilmesi, anormalliğin daniskası. Bu yüzden de insanlara “lider” düşün dediğinizde aklına genellikle erkek gelir.
Fiziksel gelişimin de bu konuda payı büyük.
Kadın-erkek eşitliği konusunda bazılarının, sıkıştığı noktada verdiği cevap da güç oluyor. Bunu zaten gazetelerin 3. sayfasına baktığımızda net şekilde görüyoruz. Konum, itibar ve para gibi genel kuramlar eğer eşitse geriye kalıyor bir tek şey, o da “beden gücü”.
Her ne kadar toplam vücut kütlesine göre erkekler daha fazla kas sahibi olup kadınlardan güçlü olsa da bunun toplum bilincine yerleşmesi işleri çıkmaza sürüklüyor. Daha yoğun ve güçlü kemiklere, tendonlara ve bağlara sahip erkekler, testosteronlarını avantaja çeviriyor. “Erkekler güçlüdür kadınlardan.” gerçeği ya da inanmışlığın acısını da yine maalesef kadınlar çekiyor.
Kadın koşucuların kahramanı Kathrine Switzer verilecek en basit örneklerden biri olabilir. Boston Maratonu’na katılan ilk kadın yarışmacı olan Switzer’i organizasyon sorumlularından yarışmacı tüm erkeklere kadar herkes engellemeye çalışmıştı. Gücün çalışmakla da elde edilebileceği bir şey olduğu düşünüldüğünde eşitlik algısının öncelikle zihinde benimsenmesi gerekiyor.
Şunu da belirtmekte fayda var. Erkekler daha güçlü oldukları için değil tarih boyunca daha şiddetli olmaları gerektiği için daha güçlüler ve erkek psikolojisi de buna göre şekilleniyor.
Peki ya cinsiyetin fiziksel dinamikleri aniden tersine dönse, asırlık evrimin yardımı olmasa, kadınlar açıklanamayacak şekilde erkeklerden daha büyük ve daha güçlü hâle gelse? Yorumlara bekliyoruz.
Erkek ve kadınlar ile alakalı diğer içeriklerimiz: